Hayvan deneyleri: Bilimsel aldatmaca!

HAYVANLAR ÜZERİNDE TEST EDİLMEYEN İLAÇLAR BİZİM İÇİN GÜVENLİ OLUR MU?
Evet. İlaçlar hayvan testi safhası ortadan kaldırıldığında çok daha güvenli olur. Günümüzde, yasal ilaçlar yasadışı ilaçların toplamından daha fazla insanın ölümüne yol açmaktadır. Pek çok araştırma hayvanlar üzerinde test edilen ilaçların insanlar için güvenilir olup olmadıklarının %50 daha az doğru tahmin edildiğini göstermiştir. (31)

Araştırmacılar hayvanlara insanlarda potansiyel olarak yararlı olabilecek maddeleri verdiklerinde, test edilen tür üzerinde maddelerin etkililiği hakkında pek çok geri bildirim alırlar. Oysa alınan sonuçlarda, türler arasında her zaman çarpıcı farklılıklar ortaya çıkar ve bu maddelere insanların vereceği reaksiyonu önceden tahmin edebilecek hiçbir güvenli metot yoktur.

İnsan hayatını kurtarabilecek pek çok madde hayvanlara zarar verdiği için onaylanmamıştır. Fakat hayvanları tedavi eden onaylanmış maddeler ise, daha sonra bazı insanlara zarar vermiş ve bazen ölümlere yol açmıştır.

İngiltere’de her yıl reçeteli ilaçların yan etkileri yüzünden 10,000’den fazla insan ölmektedir (32) –bugün batı dünyasındaki en büyük dördüncü ölüm sebebidir- (33). Amerika’da bu rakam 100.000’in üzerindedir (33). 2004 yılında artrit ağrı kesicisi Vioxx, 140,000’i ölümcül olmak üzere 320,000 kalp krizi ve inmeye neden olduğu için toplatıldı (34). Hayvan testleri, bu trajedileri öngörme konusunda başarısız oldu. Oysa modern DNA çipleri, insan tabanlı testler, PET ve diğer tarayıcılar kullanılarak gönüllülerin izlendiği insan dokusu ve mikro-doz araştırmaları yapılsaydı hepsi önlenebilir ya da azaltılabilirdi.

İngiliz Pharmagene firması (şimdiki adıyla Asterand) ‘insan genetiği üzerine yeni veriler elde edilmesi, ilaç araştırmalarını hayvanlar üzerinde yapmayı geçersiz kılıyor. Eğer insan genetiği üzerine bilginiz varsa, hayvanlara dönmenin ne anlamı var?’ felsefesinden hareketle sadece insan dokusu kullanır.(35)

Hepimizin bildiği popüler ilaçlar (aspirin, asetaminofen (Tylenol), ibuprofen) hayvanlar için oldukça zararlı olabilir. Bu yüzden en çok ihtiyaç duyulan ilaçların temin edilmesinde hayvan testlerinin bizi engellediği konusunda haklı bir endişe meydana gelmektedir.

Hayvanlar üzerinde bütün güvenlik testlerinden geçen yeni ilaçların %92’si klinik denemelerde başarısız olmuştur (36). Piyasaya çıkan pek çok ilaç ciddi yan etkilerinden dolayı daha sonra ya toplatılmış ya da yeniden etiketlenmiştir (1). Hayvan verilerine olan güven, şirketlerin daha büyük ve daha iyi klinik denemelerin masraflarından kaçınmalarını sağlamaktadır.

HAYVANLARI KULLANMAZSAK NE KULLANACAĞIZ?
Bu bakış açısı yanlış bir şekilde geçmişteki tıbbi ilerlemelerin hayvan deneyleri sayesinde gerçekleştiğini varsayar. Oysa tıp tarihinin gerçek kriterleri, gelecekteki ilerlemelerde olacağı gibi, aşağıdaki hayvan tabanlı olmayan metodolojilere dayanmaktadır.

In vitro veya deney tüpü araştırması: Çocuk felci ve menenjit de dahil olmak üzere, bugün kullandığımız bütün aşıların yanında, DNA yapısı ve antibiyotikler gibi pek çok büyük keşifte etkili bir rol oynayan araştırmadır.

Epidemiyoloji: Epidemiyoloji önemli olabilecek bağıntıları bulabilmek için toplumlardaki yaşam tarzı faktörlerini inceler. Genetik araştırmalar ve diğer hayvan tabanlı olmayan metotlarla birleşerek vücut sistemi hakkında çok doğru bilgiler elde edilmesini sağlar. Epidemiyoloji çalışmaları, folik asit eksikliğinin sakat doğumlara yol açtığını, sigaranın akciğer kanserine, kurşunun çocukların beyinlerinde tahribatlara neden olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Mikro-doz çalışmaları: Potansiyel yeni ilaçların insanlarda güvenle test edilmesini sağlayan insan metabolizması üzerine veri elde edilen yeni bir metottur. Mikro-doz çalışmaları bir kitle spektrofotometresi akseleratörü (KSA) ile yapılır, bu alet şimdiye kadar icat edilen en hassas ölçüm cihazlarından biridir. KSA o kadar hassastır ki bir litre sulandırılmış sıvıyı dünyadaki bütün okyanuslarda keşfedebilir! Halen 18 aylık bir çalışma sonunda 3-5 milyon sterline mal olan Faz I klinik çalışmalarında ilaçlar % 40 başarısız olmuştur. Mikro-doz sorunların daha erken saptanabilmesi için daha hızlı ve ucuz bir şekilde ilaçları eleyebilir. Mikro-doz çalışması sadece 4-6 ay sürer ve ilaç başına 250 bin sterline mal olur. İnsan metabolizmasını öngörmedeki doğruluk derecesi eşsizdir. Avrupa Birliği ve Amerikan ilaç düzenleyicileri ilaç gelişiminin daha hızlı ve güvenli bir şekilde ilerleyebilmesi için mikro-doz uygulamasını kullanmayı uygun görmüşlerdir.

DNA Çipleri: Kişiye özel ilaç tedavisi uygulamasına olanak tanıyan farmakogenetik (hastaların ilaçlara verdiği cevapların oluşmasında temel bir rol oynayan genetik faktörleri inceleyen bilim dalı) çalışmaların yapılmasına olanak tanır. Farmakogenetik, günümüzün ‘herkese uygun bir ilaç’ yaklaşımının yerine, ilaçların, genetik olarak benzersiz olan her bir kişi için özel olarak tasarlanabileceği görüşüdür. DNA çipleri, DNA parçaları ya da gen dizilimiyle sabitlenmiş, posta pulu büyüklüğünde cam slaytlardır. Bir DNA örneği floresan boyalarla etiketlenir ve yeni bir ilaca ekspoze edilir ve daha sonra çipin üzerinden temizlenir. Çipteki genler DNA örneği ile eşleştiğinde, birbirlerine yapışırlar ve hangi genlerin harekete geçtiğini ya da deneysel ilaç tarafından bastırıldığını gösteren renkler ortaya çıkar.

Mikro akışkan (microfluidic) çipler: Sadece 2cm genişliğinde, her biri vücudun değişik bölgelerinden bir doku örneği içeren bir dizi ufak odacığın içine oyulmuş çiplerdir. Bölmeler yapay kanın akması için mikro kanallara bağlanmıştır. Test ilacı yapay kana eklenir ve cihazın etrafında dolaşır; böylece mikro ölçekte vücutta ne olduğu taklit edilir. Çipteki sensörler bilgisayar analizi için geri bildirim bilgisi verirler.

İnsan dokusu: HIV ve AIDS hakkında bildiğimiz her şey insanlardan, insan dokusundan ve özellikle de kanda yapılan çalışmalardan gelir. Benzer bir şekilde, Alzheimer ve Parkinson hastalıkları hakkında bildiğimiz her şey ise hastalar ve dokuları üzerinde yapılan çalışmalardan öğrenilmiştir. Cambridge beyin bankası ve beyin görüntüleme merkezinden Dr. John Xuereb’a göre; İnsanlarda ortaya çıkan Alzheimer, Parkinson ve diğer nörodejeneratif hastalıklara ancak insan dokusunda cevap bulabiliriz. Yeni ilaçlar insan dokularında test edilebilir, gönüllüler mikrodoz çalışmalarını kabul etmeden önce etik olarak tamamen bilgilendirilirler. Asterand gibi firmalar özellikle hayvan dokusundan daha uygun olan insan dokusuyla çalışmalar yapar.

Bilgisayar Modellemesi: Bilgisayar modellemesi günümüzde çok ilerledi. Sanal insan organları ve sanal metabolizma programları sayesinde ilaçların insanlar üzerindeki etkisinin hayvanlar üzerindeki etkilerinden daha kesin olarak tahmin edilmesi sağlanıyor.

Otopsi: Otopsi ve kadavralar hastalıkları netleştirmek ve kırık tespiti, omurga sabitleme, bağ rekonstrüksiyonu ve diğer prosedürlerin uygulama tekniklerini öğretmek için kullanılırlar. Otopsi çalışmaları bir hastalığın bütün vücuttaki etkilerini araştırmada ve sık görülen yanlış teşhislerin düzeltilmesinde en iyi metottur.

Genetik araştırma: Genetik araştırma genlerin bazı hastalıklardan sorumlu olduğunu aydınlatmıştır. DNA çipleri doktorların spesifik hastalar için doğru ilacı yazmalarını sağlar, böylece, örneğin, kemoterapi gibi hastalıklarda ciddi yan etkilerin görülmesi azaltılır. Doktorların hastalarının belli hastalıklara olan yatkınlıklarını anlayabilmeleri, onları daha dikkatli izleyebilmelerine, aynı zamanda en uygun beslenme, yaşam biçimi ve tedavi konusunda hastalarına tavsiyelerde bulunabilmelerine olanak tanımaktadır.

Klinik araştırma: Yapılan klinik çalışmalar, göz tembelliği ve anneden bebeğe geçen HIV virüsü tedavileri de dahil olmak üzere pek çok hastalığın geçerli tedavi ve bakımlarla önlenebileceği bilgisini verir. İnsan dokusu, insan hastalıkları ve ilaç testi çalışmalarında hayati önem taşır. Hastalar üzerinde yapılan klinik araştırmalar insanların farklı tedavilere nasıl yanıt verdiğinin ve bir tedavinin diğer bir tedaviden daha üstün olup olmadığının tespit edilmesini sağlar.

Kök hücre araştırması: Kök hücre araştırması çok çeşitli hastalıkların tedavisinde umut vaat ediyor. İnsan kök hücreleri lösemi hastası çocukların tedavisinde hali hazırda uygulanan bir tedavi, ayrıca bazı Parkinson hastaları ve kalp krizi hastaları için olumlu sonuçlar alınmaktadır. Bağışlanan yetişkin kök hücreleri ve göbek bağı hücreleri insan kök hücre araştırmalarına etik bir kaynak sağlamak için düzenlenebilir.

Pazarlama sonrası ilaç gözetimi: Pazarlama sonrası ilaç gözetimi yeni bir ilacın bütün ve yan etkilerinin bir izleme ajansına (örneğin FDA) rapor edilmesi vasıtasıyla yapılan bir raporlama uygulamasıdır. Yeni ilaçların beklenmedik yan etkilerinin daha erken teşhis edilmesine yardımcı olur ve böylece ters ilaç reaksiyonlarının sorumluluğunu azaltır. (apaçık görünen faydalarına rağmen, pazarlama sonrası ilaç gözetimi raporlama yöntemlerinin ne kolay ne de gerekli olmasından dolayı şimdilik düzensiz uygulanmaktadır.)

Teknolojik gelişmeler: MRI, CAT, PET tarayıcıları, röntgenler, ultrason, kan gazı analizi makineleri, kan kimyası analizi makineleri, pulmoner arter kateterleri, arter kateterleri, mikroskoplar, izleme cihazları, lazer, anestezi makineleri ve monitörleri, ameliyathane donanımları, bilgisayar tabanlı ekipmanlar, sütürler, kalp-akciğer makinesi, kalp pilleri, elektrokardiyogramlar, EEG, kemik ve eklem replasmanı, stapler, laparoskopik cerrahi, yapay böbrek makinesi ve örnekleri verilebilecek daha pek çok teknolojik buluş bugün sahip olduğumuz yüksek standarta sahip tıbbi bakımdan geniş ölçüde sorumludur.

TEKNİK OLARAK İNSANLAR DA HAYVAN OLDUĞUNDAN, ARADAKİ FARK NEDİR?
Bütün hayvan hücreleri ortak özelliklere sahip olsa da –sinir hücreleri, mitokondri (hücre organeleri)- artık en küçük yapısal özelliklerin ayırt edilebilmesi yoluyla farklı türlerin ilaçlara, çevreye ve gıdalara gösterdikleri reaksiyonu biliyoruz. Başarısız hayvan deneyleri, ufacık farklılıkların bir türde hastalıkları önlerken, başka bir türde hastalığa yol açabildiğini kesin olarak kanıtlamıştır. İnsanlar ve hayvanlar arasındaki en ufak biyolojik farklılıklar, hayvan verileri insanlara uygulandığında ölümcül hatalara yol açar. Beyaz kan hücre yüzey reseptörlerinin insanları AIDS’e karşı savunmasız bırakması gibi.

Bireylerin genetik özelliklerini taramak ilaç güvenliğini artırmanın en iyi yoludur. Doğru ilaçları doğru kişilere vermek kişiselleştirilmiş tıp olarak adlandırılır. Bu yöntem halihazırda bazı kemoterapi ilaçları için uygulansa da çok daha geniş bir alanda kullanılabilir. Bilimin üstünlüğü birbirinden tamamen farklı türler arasındaki değil, bireyler arasındaki farklılıklara odaklanmaktır.

HAYVANLARIN DIŞINDA VÜCUT SİSTEMİ İNSANLARA BENZEYEN BAŞKA BİR MODEL OLMADIĞI İÇİN HAYVAN DENEYLERİNİN GEREKLİ OLDUĞU İDDİASI NEDİR?

Bu iddia, ne kadar değerli olsa da in vitro araştırma metodolojilerinin tüm yaşam sisteminde ne olacağını önceden tahmin edemeyeceğini öne sürer, ki doğrudur. Fakat tarih laboratuar hayvanlarından elde edilen sonuçların çok daha yetersiz olduğunu ispatlamıştır – öngörülen sonuçlar yalnız test edilen hayvanlar için geçerlidir, insanlar için değil.

Metabolik süreçlerin türler arasındaki büyük farklılıkları göz önüne alındığında, hayvan testlerinden toplanan bilgilerin hiçbir öngörüsel değeri yoktur ve insanlara uygulandığında tamamen bilimdışıdır. Sıklıkla hayvanlarda etkililiği kanıtlanmış maddelerin insanlar için hiçbir iyileştirici değeri olmadığı hatta bazen zararlı olduğu görülmüştür.

Bu durumda, bütün ilaçlar her bir parçasıyla aynı hayvanlar gibi laboratuar canlıları olan insanlar üzerinde ergeç denenmelidir. İlaç testlerinin bu ‘klinik evreleri’, belirlenen insan gönüllülere ilk önce çok küçük dozajlar verip, daha sonra tepkilerini monitörden ölçerek dozajı yavaşça artırmaktır.

Klinik testler ve buna müteakip hayvanların kullanılmadığı epidomiyoloji ve pazarlama sonrası ilaç gözetimi (uzun süreli güvenilirlik verilerinin toplanması) gibi metotlar, insanların metabolik süreçlerinin laboratuar hayvanlarıyla %100 doğru ölçülemeyeceğini ispatlamaktadır.

HAYVANLAR ÜZERİNDE TEST EDİLMEYEN İLAÇLARIN SAKAT DOĞUMLARA YOL AÇMAYACAĞINI NASIL BİLEBİLİRİZ?
Karnofsky Kanunu denilen tıbbi prensip, her maddenin doğru türlere, gelişimin doğru aşamasında ve doğru dozajda verildiğinde teratojenik (doğumsal bozukluklara yol açar) olabileceğini ifade eder. Sofra tuzu hatta su bile belli koşullarda bazı türlerde teratojenik olabilir! Bu nedenle, bilim bize herhangi bir ilacın bazı canlılarda doğumsal bozukluklara yol açabileceğini zaten söylemiştir. (4)

Buna ek olarak, teratojenik etki, bazı türlerde az, bazı türlerde ise hiç olmayabilir. (5) Hayvanlarda doğumsal bozukluklara yol açan 1200 kimyasalın sadece 30’unun insanları etkilediği kanıtlanmıştır. (6) ‘Chemically Induced Birth Defects’ kitabının belirttiğine göre:

‘Talidomid’in (uyuşturucu bir ilaç) test edildiği yaklaşık 10 sıçan suşu, 15 fare suşu, 11 cins tavşan, 2 cins köpek, 3 hamster suşu, 8 tür primat ve kedi, armadillo, domuz ve dağ gelinciği gibi çeşitli hayvanlar üzerinde ilaç sadece ara sıra teratojenik etkilere sebep oldu.’ (7)

İnsanlarda doğumsal bozukluğa neden olan neredeyse her kimyasalın popüler laboratuar hayvanları olan sıçanlarda da doğumsal bozukluklara yol açtığı görülmüştür. Fakat insanlar tarafından güvenle kullanılan yüzlerce ilaç da hayvanlarda doğumsal bozukluk ortaya çıkarmıştır. İnsanlarda doğumsal bozukluklara yol açmayan ilaçlar, sıçan yavrularına zarar veriyorsa hayvan testleri anlamsızdır ve öngörülemezdir.

Pek çok yararlı ve güvenli ilacın hayvanlarda doğum defektlerine yol açtığı görülmüştür:

Lovastatin
Kondroitin Sülfat
Acetazolamide
Dichlorphenamide
Ethoxzolamide
Methazolamide
Furosemid
Klonidin
Diazoxide
Hidralazin
Reserpine
Guanabenz
Diltiazem
Nifedipin
Kodein
Hydrocodone
Hydromorphone
Meperidine (Demerol)
Morfin
Oxymorphone
Phenazocine
Propoxyphene
Kolşisin
Allopurinol
Aspirin
Parasetamol (Asetaminofen)
Diğer non-steroidal anti-inflamatuar ilaçlar
Enfluran
Ether
Halotan
Isoflurane
Nitröz Oksit
Sevoflurane
Prokain
Kortikosteroidler
Ampisilin
Sefalotin
Kloramfenikol
Eritromisin
Pek çok antibiyotik, antifungal ve antiviral ilaçlar
Antiparasitik
Antihelmintik
Antimalaryal
Anti-hyperglycemics
Insulin
Tiroksin
Triiodothyroacetic asit
Methylthiouracil
Propiltiourasil
Aminofilin

Bulantı, alerji ve solunum rahatsızlıklarını tedavi etmek için kullanılan pek çok ilaç hayvanlarda doğumsal bozuklukluklara yol açarken, insanlara etki etmemiştir.

Peki hayvanlarda uygulanan teratojeni testleri ne içindir? Ve neden devam eder? Kadın doğum uzmanı profesör D.F. Hawkings bu konuya işaret ediyor:

‘Perinatal toksikolojik çalışmaların büyük çoğunluğunun, insanların tedavisinde bir değeri olabilecek bilgi üretiminden daha çok, ecza evlerine tıbbi ve yasal koruma getirmek, resmi düzenleyici kurumlara ise siyasi koruma sağlamak amacıyla tasarlandığı görülmektedir.’ (8)

Karnofsky yasasını benimseyen araştırmacılar, neticede insanlarda teratojenik olan maddelerle başka türler üzerinde zorla doğum defekti yaratmaya çalışabilirler. Fakat hangi amaçla? Öngörülebilir olmayan hayvan deneylerinde insanın hiçbir değeri yoktur. Onlar sadece başka türlü kullanılsa gerçek tıbbi değeri olabilecek değerli araştırma fonlarını boşa harcıyorlar.

POLIO (ÇOCUK FELCİ) AŞISI HAYVAN TESTLERİNDEN GELMEDİ Mİ?
Aslında hayvan testleri, 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca bu kadar ihtiyaç duyulan bir aşının ortaya çıkmasını geciktirmiştir.

1835 yılında çocuk felci ilk ortaya çıktığında, kurbanlarını hızla felç bıraktı ve öldürdü. 1908’de bir virüsten şüphelenildi ve bilim adamları bir aşı üzerinde çalışmaya başladılar. Aşıları geliştirme aşamasında enfeksiyonun vücuda nasıl girdiğini saptamak zordu. Ne var ki, patolojistler 1912 başlarında virüsün vücuda sindirim sistemi yoluyla girdiğini öne sürerek insan bağırsaklarında polio virüsünü keşfettiler.

Bu arada, araştırmacılar polio virüsünü maymunlara başarılı bir şekilde bulaştırdılar. Bu ‘zafer’ sadece, etkili bir aşının geliştirilmesini yıllarca engellemeye yaradı. Çünkü maymunlar virüse ağız yoluyla değil burun yoluyla yakalandılar (sindirim sistemi yoluyla değil), ve virüs doğruca burundan beyne ilerledi. İnanılmaz bir şekilde, aşı üzerinde çalışan bilim adamları insan sindirim verisini görmezden gelerek, maymun verisini dikkate almayı seçtiler!

Aşı’nın hayvan deneylerinden geldiği doğrudur. Fakat maymun dokusundan üretilen bu ‘tedavi’’nin sonucunda 12 kişi felçli kaldı, 6 kişi de öldü. Tedaviden vazgeçildi.(9) 1937’de maymunlarda enfeksiyonu önleyen bir burun spreyi üretildi, bilim adamları çocukların burunlarına çinko sülfat ve pikrik asit şap’ı sıktılar, bunun burundaki virüsü öldüreceği düşünüldü. Alınan tek sonuç bazı çocukların kalıcı olarak koku alma duyularını kaybetmeleri oldu. 1941’de orijinal hayvan deneylerinden 30 yıl sonra, Dr. Albert Sabin yaptığı otopsi çalışmalarıyla insan burun mukozasında virüs olmadığını kanıtladı. Bulduğu şey neredeyse 30 yıl önce saptanmış olan, mide bağırsak bölgesine hapsolmuş virüstü. Yıllar sonra Dr. Sabin çocuk felci tedavisi için maymun modellerin kullanılması çılgınlığını yeniden hatırlattı;

‘Paralitik polio ancak çok sayıda motor sinir hücresinin geri dönülmez tahribatının önlenmesiyle ele alınabilir ve insan hastalığının doğasının yanlış anlaşılması, hastalığın yanıltıcı maymun modellere dayandırılmasına, bu da hastalığı önleme çalışmalarının yıllarca gecikmesine neden olmuştur.’

1949’da John Enders virüsü doku kültüründe yetiştirmeyi başardı. Bu, aşı için bir kilometre taşı idi. (13) Bu buluşuyla 1954’de Nobel Fizyoloji ya da Tıp ödülünü aldı.

Aşı, insan dokularından üretilebilirdi, fakat gelenekler galip geldi ve üreticiler maymun böbreği dokusu kullanmayı tercih ettiler. Canlı virüs içeren hayvan tabanlı aşı 204 çocuk felçli insana yapıldı ve 11 kayıtlı ölümle sonuçlandı. Aynı zamanda en az bir virüsün (SV40) tür bariyerini atlayarak insanlara bulaşmasıyla sonuçlandı.

Çocuk felci aşısı artık, hayvan dokusu yerine insan diploid hücre kültüründe yetiştirilmektedir.

PENİSİLİN HAYVAN TESTLERİNDEN GELMEDİ Mİ?
Aslında hayvan testlerinin bu önemli ilacın gelişimini önemli ölçüde ertelediği bir gerçektir. 1929’da, Alexander Fleming penisilinin bir petri kutusunda bakterileri öldürdüğünü gözlemledi. Merakla, bileşiği bakteri enfekte edilmiş tavşanlara uyguladı ve aynı şeyin olacağını umdu.

Maalesef, penisilin tavşanların enfeksiyonuna karşı etkisiz kaldı. Hayal kırıklığına uğrayan Fleming, sistemik bir ilaç tedavisi olarak tavşanların faydasız olduğunu ‘kanıtladığı’ ilacı 10 yıl bir kenara koydu.

Yıllar sonra, ilacı diğer bütün tedavilerin cevap vermediği, ölmek üzere olan umutsuz bir hastaya uyguladı. Penisilin bir mucize yarattı ve…

Fleming hamsterlar veya kobaylar üzerinde denediği ilk testlerde bu canlıları öldüren ilacı bir kenara atabilirdi. Fleming daha sonra hayvan testlerinden elde edilen yanıltıcı sonuçların antibiyotik alanındaki tüm keşifleri neredeyse önleyeceğini kabul etti.

Fleming’in penisilinin bakterileri öldürüşünü gözlemlemesine izin veren yanda görüldüğü gibi in vitro araştırmasıydı. Bugün, benzer araştırmalar, doktorların bakteriyel enfeksiyonu olan hastaları için uygun antibiyotikleri seçmelerine ve hatta yeni antibiyotiklerin keşfedilmesine yardımcı olmaktadır.

LABORATUAR HAYVANLARI SAYESİNDE BİLİM ADAMLARI ŞEKER HASTALIĞINI KEŞFEDİP İNSÜLİNİ GELİŞTİRMEDİLER Mİ?
Mezbahalardan toplanan insülin olmasaydı pek çok diyabetlinin ölmüş olacağı öne sürülerek insülinin geliştirilmesi için hayvan deneylerinin devam etmesi gerektiği her zaman desteklenmiştir. Tarihte hayvanların diabet araştırmaları ve tedavisinde önemli bir rol oynadığı doğru olsa da, kullanımları gereksizdir ve üstelik her zaman bilimin gelişmesine de bir katkı sağlamamıştır.

Diabet çok ciddi bir hastalıktır, bugün bile Amerika’da 14 milyon Amerikalıdan 10’u diabetlidir. Körlük, böbrek yetmezliği, prematüre ölümlerine ve uzuv kesilmelerine neden olmaktadır. Her ne kadar Diabet’in klinik belirtileri milattan sonra ilk yüzyıldan itibaren bilinse de, 18. yüzyılın sonlarına kadar hekimler otopside görülen pankreastaki karakteristik değişimlerle hastalık arasındaki bağlantıyı kuramadılar. Bunu hayvanlarda yeniden oluşturmak zor olduğu gibi, pek çok bilim adamı pankreasın hastalıktaki rolü konusunda fikir ayrılığına düştü.

Neredeyse bir yüzyıl sonra, 1869’da, bilim adamları diabet hastalarında işlev bozukluğuna neden olan insülin üreten pankreas hücrelerini tespit ettiler. Pankreas kanseri ve pankreatit (pankreas iltihabı) gibi insana ait diğer pankreas koşullarının pankreas ile hastalık arasındaki bağlantıyı pekiştiren diabetik semptomlar ortaya çıkardığı görüldü.

Hayvan deneycileri pankreas ve diabete ilişkin bilgi edinme sürecine ara vermeden devam ettiler. Domuzlar, kediler ve köpeklerin pankreaslarını aldıklarında, hayvanlar diabetli oldular. Bununla birlikte, hayvanların semptomları karaciğere giden şeker ve glikojenle bağlantılı olarak diabetin bir karaciğer hastalığı olduğu varsayımına yol açtı. Hayvanlar üzerinde yapılan bu çalışmalar diabet çalışmalarını yıllarca sekteye uğrattı.

1882’de Dr. Marie isimli bir doktor, akromegali (bir hipofiz bozukluğu) ve idrardaki şeker arasında benzerlik olduğunu, böylece şeker metabolizması ve hipofiz bezinin birbiriyle bağlantılı olduğunu kaydetti. Başka bir doktor olan Atkinson ise 1938’de bütün akromegali hastalarının % 32,8’nin şeker hastası olduğunu ortaya çıkaran bir veri yayınladı. Bouchardat benzer bir bulguyu 1908’de yayınlamıştı. Her nedense, bunu köpeklerde yeniden üreten bilim adamı Bernardo Houssay 1947’de Nobel ödülü aldı. Apaçık ortada ki, söylemesi ne kadar zor olsa da sahip olduğu bilgi daha öncesine ait olduğu için şöhretinden köpekler sorumluydu ve herhangi bir insan tabanlı metotla da aynı bulgular üretilebilirdi.

1920’lerin başlarında iki bilim adamı John Macleod ve Frederick Banting, bir köpekten elde ettikleri insülin özünü izole ettiler ve bundan dolayı Nobel ödülü aldılar. Macleod katkılarının insülinin keşfi olmadığını kabul etti, fakat laboratuar köpeğinde yeniden üretilen şeyin insanda zaten varolduğu kanıtlanmıştı. İnsanlarda bol miktarda doku varken köpeklerden insülin almaya mecbur olmamalarına rağmen sadece pratik olduğu için bunu yaptılar. Aynı yıl Banting, ve Best adındaki başka bir deneyci, insan hastaya köpek insülini vererek feci sonuçların ortaya çıkmasına neden oldular. 1922’de bilim adamları köpek deneyleri hakkında şunları söylemiştir;

‘İnsülin üretimi yanlış anlaşılmış, yanlış idare edilmiş ve yanlış yorumlanmış bir dizi deneyden meydana gelmiştir.’ (14)

Banting, Best ve diğer bilim adamları, insülini izole etmek için kullandıkları in vitro yöntemini değiştirdiler ve daha sonra mezbahalardan toplanan domuz ve inek pankreaslarından seri üretim yapmaya başladılar.

Daha sonraki yıllarda bilim adamları hayvanlardan elde edilen maddeleri arıtmaya devam ettiler. Sığır ve domuz insülinlerinin hayat kurtardıkları doğru olsa bile, bazı hastalarda alerjik reaksiyona yol açmıştır. Domuz insülininde sadece bir amino asit varken, sığır insülininde insandaki amino asitlerden farklı olarak üç amino asit vardır. Kulağa önemsiz gibi gelse de, çok küçük amino asit uyuşmazlığı sağlığı zayıf düşürmek için yeterlidir. (orak hücreli anemi ve kistik fibrozis gibi yaşamı tehdit eden ciddi hastalıkların ortaya çıkması için sadece bir sapkın amino asidin olması yeterlidir.) Hayvanlardan elde edilen insülinin enjekte edilmesi ayrıca virüsleri bir türden diğerine çaprazlama ileterek oldukça büyük bir tehlike arz etmiştir. Daha sonra araştırmacılar insanlar ve çiftlik hayvanları arasındaki uçurumsal farklılıkların yanı sıra bu olasılıkların da farkına vardılar ve bilim adamları insan insülinini daha çabuk geliştirmek için araştırmalarını hızlandırdılar.

Diabet hastalarını tedavi etme becerisi, insülin iğnesine gerek duyulmadan, şans eseri insanlar üzerinde keşfedildi. Bugün, oral anti-hyperglycemics’in uygulanması ve kişisel deneyler pek çok hastaya insülin enjekte edilmesi ihtiyacını ortadan kaldırır.

Diabet hala şaşırtıcı bir şekilde esrarengiz bir hastalıktır. Bunda hayvan modeline karşı duyduğumuz güvenin devam etmesinin büyük bir rolü vardır. Pek çok klinisyen mutlak glikoz kontrolüne inansa da, insülin iğneleri tedavi planını daha az disipline eden avantajlar sunmaktadır. Ancak, insülin diabet hastalığına bir çare değil, tedavidir. Hangi insülinin kan şekerini düzenlediği kesin biyokimyasal süreç henüz bilinmemektedir.

HAYVAN TESTLERİ OLMADAN AIDS İLE NASIL MÜCADELE EDECEĞİZ?
Son 20 yıl içinde, hayvanlara boş yere AIDS bulaştırmaya çalışarak milyarlar harcandı. Uygun bir hayvan modeli oluşturmanın yetersiz olduğu göz önünde bulundurulursa, hayvan deneylerinin bir tedavi için bize yol göstereceğini sanmak aptalcadır. AIDS toplumunun içindeki pek çok kişi –ki hayatları sınırda olan insanlar- değerli zamanlarını ve paralarını boşa harcadığı için aktif olarak hayvan deneylerine karşı çıkar. (15)

HIV virüsü kapmış kan bizim için en aydınlatıcı araştırma materyalidir. Hastalığı HIV’den AIDS’e doğru ilerlemeyen insanlar, hastalığı durdurmanın olası yollarını mükemmel kavrama olanağı sunar. (16)

Epidemiyoloji ve in vitro araştırmalar yoluyla, bilim adamları kendi bağışıklığından sorumlu olduğuna inanılan insan genini zaten izole ettiler. (17) Hayvan araştırmalarıyla geliştirilen AZT ve diğer AIDS’i önleyici ilaçların arzı, hayvan testlerinin savunulmasına yol açsa da gerçekte araştırmalardan insan verilerinin varlığı ve bilgisayarlar sorumlu idi. (18)

AIDS insanları hücresel seviyede öldürür, bu yüzden de araştırılması gereklidir. Değerli araştırma fonlarını düşüncesizce hayvan deneylerine yatırmak, AIDS hastalarının hasta kalmasını sağlamaktan başka hiçbir işe yaramaz. (19-22)

Aidswax (AIDS aşısı) 8000 yüksek risk taşıyan gönüllüde denendi çünkü şempanzeleri HIV virüsünden korumuştu. Fakat maalesef gönüllüler için hiçbir koruma sağlamadı.

HAYVAN TESTLERİ OLMAZSA KANSER TEDAVİSİ İÇİN NASIL UMUTLANACAĞIZ?
Kanser şu an İngiltere’de kalp krizinin dahi önüne geçen bir numaralı ölümcül hastalıktır. Henüz kanserden ölümlerin önüne geçemememizin tek bir önemli nedeni vardır: İnsan kanseri ile hayvan kanseri aynı değildir.

Kanser tek bir hastalık değildir. İnsanlarda, farklı organları, dokuları ve hücreleri etkileyen yaklaşık 200’ün üzerinde kanser formu vardır. İnsanlarla kıyaslanabilir hayvan organları, dokular ve hücreler kanserli olsalar bile, bu kanserler asla insan karsinomlarıyla (tümör) özdeş olamazlar.

Verilen maddeler tüm türlerde mutlaka kanserojen olmaz. Araştırmalar gösteriyor ki kimyasalların %46’sı sıçanlarda kanserojen olurken, farelerde olmamıştır. (23) Eğer fareler ve sıçanlar gibi birbirine çok yakın türler arasında aynı kanser ilişkisi kurulamıyorsa, bilinen 20 bileşik insanlarda kansere yol açmazken, 19’unun hayvanlarda kansere yol açtığını söylemek şaşırtıcı olmayacaktır. (24)

Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü 48 farklı ‘insan’ kanserini, insanlarda başarısı kanıtlanarak kullanılan bir düzine farklı ilaçla farelerde tedavi etti ve 30 vakada, ilaçlar farelerde faydasız oldu. Fare modellerin yaklaşık üçte ikisi yanıltıcıydı. Bu yüzden hayvan deneyleri bilimsel değildir çünkü öngörülebilir değildir.

Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü ayrıca 25 yıllık tarama programını üstlendi, anti-tümör aktivite çalışmaları için 40,000 çeşit bitki türü hayvanlar üzerinde test edildi. Aşırı pahalı bir araştırma olmasının dışında, hayvan modellerinde pek çok pozitif sonuç alınırken, insanlar üzerinde ortaya çıkan tek bir faydası olmadı. Sonuç olarak, kanser enstitüsü şimdi sitotoksik taramalarda kanserli insan hücresi kullanmaktadır. (25)

Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü başkanı Dr. Richard Klausner’in bu konuda söyledikleri çarpıcıdır:

‘Kanser araştırma tarihi, kanseri farede tedavi etme tarihi olmuştur… Yıllardır farelerde kanseri tedavi ettik ve basitçe insanlarda hiçbir işe yaramadı.’

FİZYOLOJİ VE TIP ALANINDA NOBEL ALAN BÜTÜN ÖDÜLLER HAYVANLAR ÜZERİNDE TEST EDİLMEDİ Mİ?
Evet, çoğu edildi. Fakat hiçbir durumda bu, hayvan testleri olmadan keşiflerin ortaya çıkamayacağı anlamına gelmez. Laboratuar hayvanlarının kolayca elde edilebildiği büyüyen bir pazar olduğu anlamına gelir. Buna ek olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hayvanlar üzerinde deney yapmak bütün tıp müfredatının bir parçası oldu. Bu yüzden araştırmacıların derecelerini almak için hayvan deneyi yapmaları zorunluydu. Gerekli olmadığı halde, Nobel ödülü sonuçları için hayvanlar kullanıldı. Hayvan doku araştırması bir gelenek olsa da, pek çok Nobel ödülü sahibinin belirttiği gibi insan dokusu daha uygulanabilir ve daha uygundur.

Çift sarmal DNA’nın keşfi, tartışmasız 20. yüzyılın en önemli buluşudur. Hayvanların kullanılmadığı teknolojik metotlar ve in vitro araştırmaları olmasaydı bulunması imkansız olurdu.

Kalbin kan damarlarını görebilme becerimizi kendisi üzerinde test yapan Alman ürolojist Werner Theodor Otto Forssmann’a borçluyuz. Kolundan içeriye bir kateter sokup röntgenini çektikten sonra Forssmann, kateterin kalbe sorunsuz bir şekilde takılabileceğini gösterdi. Bu işlemi tavşanlar üzerinde denedi, fakat kateter kalplerine ulaştığında hepsi düzensiz kalp atışlarından öldü. Doktorların hayvan sonuçlarına güvenmemesi, modern tıp sayesinde damarların monitörden izlenmesine, problemlere karşı hekimlerin uyarılmasına ve yaklaşmakta olan inme veya kalp krizinin önüne geçilmesine olanak sağlamaktadır.

DOKTORLAR HAYVAN DENEYLERİ FİKRİNİ DESTEKLEMİYOR MU?
Pek çok sağlık profesyoneli inanç biçimi olmaktan çok, bir prensip meselesi olarak hayvan deneylerini desteklemektedir. Sağlam kariyerli bu doktorların dışında kalan birkaç doktor ise, kamuya muhalif olmanın yükünü sırtlarında taşıyarak buna karşı çıkıyor ve hastalarına en iyi tedavi yöntemini belirlemek için hayvan verilerini değil insan verilerini kullanarak çalışmayı tercih ediyorlar. ‘The Physicians Committee for Responsible Medicine’ ve ‘The Medical Research Modernization Commitee’ hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin insan hastalıklarına çözüm olmayacağını kabul eden iki doktor tabanlı organizasyondur.

Hayvan deneyleri tıp okullarında okul müfredatına dahildir. Pek çok tıp okulu araştırma enstitüleri ile ilişki halindedir, çünkü üniversiteler hibe para almak için bu enstitülerin yaptıkları hayvan deneylerine güvenmektedir. Bu tarz bir eğitim doktorların hayvanlar üzerinde deney yapmanın tıbbi ilerlemenin bir parçası olduğuna inanmalarını sağlasa da, doktorlar bu deneylerin insanlara ilişkin yeni bir veri sağlamadığını kabul etmek zorundadırlar. Bu deneylerin kendi alanlarında yaptıkları çalışmalara ne gibi katkılar sağladığına dair örnekler verilmesi istendiğinde, bu profesyoneller çoğu zaman cevapsız kalır ve kendi alanlarıyla ilgisi olmayan diğer bilim dallarına ait hayvan deneylerini örnek göstermeye çalışırlar.

İlaç firmaları, doktorların bel bağladığı ilaçlara güvenlik ve etkililik garantisi vererek hayvan testlerine olan inancı artırırlar.

Hayvan deneylerinin uzun bir geçmişi vardır, onbinlerce insan ve dünyanın belli başlı en büyük şirketleri tamamen statükoyu korumak adına buna sadık kalmaktadır. Cesur bir hekim olmak zaman ister ve hekimler hayvan deneylerine karşı seslerini yükseltmek için çok zamana sahipler.

CERRAHLAR İNSANLARI AMELİYAT ETMEDEN ÖNCE HAYVANLAR ÜZERİNDE EĞİTİM GÖRMÜYORLAR MI?
Pek çok doktor laboratuar hayvanları üzerinde deneme prosedürleri uyguluyor, fakat başka doktorlar hayvanlar üzerinde çalışmanın meseleyi karıştırdığı görüşünde. Sağduyu, örneğin bir köpek üzerinde ortopedi ameliyatı yapmanın insan üzerinde yapılandan çok farklı olacağı yönünde. İşte hayvansal verinin insan vücudunda uygulanmasının bilimsel olmadığına dair birkaç örnek:

Oftalmologlar (göz hastalıkları uzmanı) tavşanlar üzerinde radial keratotomi (düzeltici göz ameliyatı) uyguladıktan sonra bunu insanlarda denediler. Pek çok kişide körlük meydana gelince, doktorlar sonunda prosedürü değiştirerek, otopsi ya da in vitro araştırmaları yoluyla araştırmalarını insan gözünde başlatarak bu trajedilerin yaşanmasının önüne geçtiler.

Ekstrakraniyal-intrakranial (EC-IC) bypass prosedürleri ameliyat edilemeyen karotis (şahdamarı) hastalığı için köpekler ve tavşanlar üzerinde denendi ve mükemmel sonuç verdi. İnsanlar için bir kere onaylandıktan sonra, beyin cerrahları EC-IC’yi binlerce kişiye uyguladılar ve hastaları iyileştirmekten çok ölümlere ve felçlere neden olduğunu keşfettiler. (27)

Binlerce kedi, köpek, domuz ve primat başarılı organ nakli prosedürlerini bulma uğruna feda edildi. Hayvanlar üzerinde yapılan sayısız ameliyat uygulamalarına rağmen, insanda yapılan ilk uygulama başarısız oldu.

İnsan olmayan canlılarda prosedürlerin uygulanması, cerrahların, hastaları ameliyatların minimum risk taşıdığına inandırmalarını sağlıyor. Maalesef, yeni bir metot test edilip tanıtıldığında yansıtılan sonuçlar varsayımdan öteye gitmemektedir. Doktorlar ilk operasyonları insan kadavraları üzerinde yaparak riski azaltabilir ve hastanın sağlığını düzeltebilirler.

Açık kalp ameliyatı, köpeklerde başarılı, insanlarda ölümcül olan ameliyatlar için klasik bir örnektir. Kalp-akciğer makinesine bağlı olan prosedür, köpeklerde başarıyla test edildi fakat insandaki ilk uygulamada hastanın ölmesine yol açtı. Bu prosedür daha sonra değiştirildi ve insanlar klinik olarak gözlemlenmeye başlandı ve şimdi her gün başarıyla kullanılmaktadır.

HAYVAN DENEYLERİ NASIL BAŞLADI?
Temel bilgimizi artırmak için insan vücudunda her zaman bol miktarda doku ve kan vardı. Fakat batı katolikliği galip geldi ve papalık emriyle otopsi yasaklandı. Milattan sonra ikinci yüzyılda, Galen isimli Romalı bir hekim bitmek bilmeyen sayısız hayvan deneyleri uyguladı ve hayvan fizyolojisi hakkında 500’ün üzerinde tez oluşturdu.

Galen’in hatalı hipotezleri –hayvanların insanlarla aynı fizyolojiye sahip olduklarını ilan etti- karanlık çağlar boyunca ışığın sönük kalmasına neden oldu, fakat Rönesans, kilisenin emirlerine boğulan rekabetçi entelektüellerin araştırma yapabilmeleri için hafif bir rahatlama sağladı, otopsiler insan hastalıklarının gerçek doğasına ışık tuttu ve hayvan tabanlı yanlışlıkları ortaya çıkardı.

1600-1800’lerde, fizyoloji hakkında çok az şey bilinirken, hayvanlardan temel birkaç şey öğrenildi, çünkü bütün memeliler bütününde ortak şeylere sahipti: hepsinin kalbi, ciğerleri, karaciğeri olması gibi. Bugün, moleküler düzeydeki çalışmalarımız büyük türler arasındaki farklılıkları tam olarak anlamamızı sağlıyor. 19. yüzyılın ortalarında, oyun yazarlığında başarısız olan Claude Bernard hayvan deneylerini kendi tekeline aldı. Onun büyük gayreti ve verilerin artması, hayvan deneyleri için yeni bir pazar oluşturdu. Tıbbi araştırma bundan sonra hekimlerin sınırlarını genişletmenin ötesinde, doktorlar kadar başarılı olamayan insanların hayvan deneycileri olarak para kazanmalarını sağladı, hem de geniş nüfuzlarını kullanarak.

Kısa bir süre sonra hayvan deneycileri aranır oldular ve araştırmaları için para almaya başladılar. Hayvan üreticileri kar etmeye başladı. Laboratuar ekipmanı tedarikçileri genişleyen pazarlarından memnun oldular v.b. Hayvan türleri arasında ve hayvanlarla insanlar arasındaki sonuçlarda büyük farklılıklar olsa bile, gelişen yeni endüstri hastalıklar üzerine çalışmalarda kullanışlı olacağa benziyordu. 1930’larda hayvan üzerinde etkili olan tek bir isabetli ilaç, insanda da aynı etkiyi vereceği düşünülerek ilacın geliştirilmesi için hayvanların kullanılmasını rutinleştirdi. Tabi aynı sorunlar devam etti: hayvanlar sıklıkla aynı kimyasal maddelere farklı tepki verdiler.

Buna rağmen, ilaç endüstrisi yoluna devam etmektedir, hayvan deneycileriyle güçlü bağlarını geliştirip elde edilen sonuçları karlarını artırmak için kullanıyorlar. Hamile kadınların sabah bulantıları için tasarlanan bir ilaç olan talidomid faciası 10.000’in üzerinde bebeğin sakat doğmasına yol açtı. Amerikan kongresi Amerikan halkına, ilaçlarda her türlü güvenlik ve garantinin sağlanacağı sözünü verdi. Buradaki ‘garanti’ hayvan deneylerinden başka bir şey değildi.

Talidomid’in daha önce hayvanlar üzerinde test edilmiş olması ve ilacın onlarda doğum defektine yol açmamış olmasının bir önemi yoktu. Daha sonra bile bilim adamları ne aradıklarını biliyorlardı, sadece ara sıra talidomid’den kaynaklanan doğum defektleri buldular.

‘Talidomid’in test edildiği yaklaşık 10 sıçan suşu, 15 fare suşu, 11 cins tavşan, 2 cins köpek, 3 hamster suşu, 8 tür primat ve kedi, armadillo, domuz ve dağ gelinciği gibi çeşitli hayvanlar üzerinde ilaç, sadece ara sıra teratojenik etkilere sebep oldu.’ (7)

Ayrıca farklı türlerin kimyasallara çok farklı tepkiler verdiğine dair hali hazırda bolca kanıt olmasını da boşverdiler. Yasallaştırılmış bütün ilaçların etkililiği ve güvenliliği ilaçlar satışa çıkmadan önce hayvanlar üzerinde kanıtlanmalıydı. Hükümet ilaç firmaları ve tıbbi güvenliği kuşkulu ürünlere sahip diğer endüstriler için yasal bir güvenlik evi oluşturdu. O zamandan beri, davalar ortaya çıkınca büyük şirketler haklı olarak, kanuna tamamen uyarak hareket ettiklerini iddia edebilir oldular. Kaçınılmaz olarak, büyük şirketlerin bu yasal güvenlik ağı üzerinden duydukları coşkuda, hayvan deneyleri yapmanın eleştirilemez olmasının oynadığı büyük rolün de etkisi vardır.

HAYVAN DENEYLERİ NEDEN DEVAM EDİYOR?
Vivisection (canlı hayvanı keserek deney yapma) karşıtları, hayvan deneylerine karşı savlarını kanıtlamak için iki uçlu bir argüman kullanırlar, hayvan deneylerine hem etik olarak hem de bilimsel zeminde karşı çıkarlar. Bu argümanın her iki bakış açısı, vivisection’ın zalim, yetersiz, zamanı boşa harcayan bir uygulama olduğunu ve araştırmalar için kullanılan para ve kaynakların insanların tedavisi için daha verimli kullanılabileceği görüşünü savunur.

Bilimsel topluluk içinde bile anlamsız sonuçlar sağladığı kabul edilen hayvan deneylerini, bu aşılmaz kanıtların ışığında araştırmacılar neden savunuyor ve uyguluyorlar? Cevaplar çok çeşitli olsa da hepsinin çıktığı yol aynıdır: Para.

Aslında hayvan deneyleri kusurlu bir metodoloji olduğunu ispat etmiş olmasına rağmen, bilim adamlarının ve bir dizi başka kuruluşun en iyi kazanç kaynağı olduğu için devam etmektedir. Bunların içinde üniversiteler, hastaneler, düzenleyici kurum bürokratları, ilaç firmaları, politikacılar, bilimsel yayınlar, hayvan üreticileri, çiftlik sahipleri, avukatlar ve hatta basın bulunmaktadır. Hepsi dolaylı ya da dolaysız hayvan araştırmalarından para kazanır ve bu yüzden statükonun korunmasına derinden bağlıdırlar.

Onların dayanışması uyum içindedir: Araştırmacı ne kadar çok hayvan testi yaparsa, o kadar çok makalesi yayımlanır. Ne kadar çok makale yayımlanırsa, o kadar hibe para alınır. Hibe para ne kadar çok olursa, üniversite ya da araştırma tesisleri o kadar çok para alır. Üniversite ya da araştırma tesisleri ne kadar çok para alırsa, büyük şirketler daha az sorumluluk alır ve satabilecekleri daha fazla ürün üretilir. Büyük şirketler ne kadar çok satış yaparsa, reklam için o kadar paraları olur ve bu yüzden medyayla daha iyi geçinirler. Hayvan deneyleri, bu deneylere itiraz edenler tarafından ne zaman sorgulansa, hepsi hemen pozisyonlarına sığınır ve davalardan aklanırlar.

Mesleğinin güvenilirliği ve prestiji yayımlanan bilimsel makalelerinin sayısına bağlı olan bilim adamı için araştırmanın niteliği değil niceliği önemlidir. Bir araştırmacı ne kadar çok makale yayımlarsa, pozisyonunu o kadar korur. Makaleleri çok sık yayımlanmayan araştırmacılar ayrıcalıklarını kaybeder ya da işsiz kalırlar. Bütün araştırmacıların sadece %15’inin başvurularının kabul edildiği bir ortamda rekabet acımasızdır.

Bilim adamları çoğu zaman araştırma yetenekleri ve zekalarından dolayı yüceltilerek başka bir yere oturtulurlar. Fakat onlar da faturalarını ödemek ve ailelerini geçindirmek zorunda olan sıradan insanlardır. Sonuçta hepsi dönüp dolaşıp mali güvence ve kariyerini yükseltme amacına dayanır ve hayvan deneyleri bunları gerçekleştirmek için etkili bir yoldur. Klinik araştırmaların tersine (insan tabanlı verilerle çalışma), hayvan deneyleriyle daha az emek harcanarak daha hızlı sonuçlar alınır. İnsan tabanlı verilerle çalışan bir klinisyenin oluşturacağı her bir makaleye karşılık, hayvan araştırmacısı beş makale oluşturabilir. Çünkü hayvan tabanlı bir araştırmanın sonucunu almak çok uzun sürmez. Hayvanların yaşam süresi insanlardan daha kısadır ve hastalıkların ilerlemesi daha hızlıdır.

Araştırmacılar çoğu zaman bu konuda en kolay yolu izlerler; daha önce saptanmış bir ‘konuyu’ alıp farklı hayvan türleri kullanma ya da farklı dozajlar deneme yoluyla birkaç ufak tefek değişiklik yapmak suretiyle ek bir çalışmanın doğruluğunu kanıtlamaya çalışırlar. Bu yöntem her zaman uygulanır ve büyük çoğunluğu hemen hemen birbirinin aynısı olan çalışmaların sonuçlarıdır. Dahası, ‘konu’ çoğu zaman, insan tabanlı veri kullanılarak zaten ispatlanmıştır.

Kazanç sağlamak araştırmacıları hayvan deneylerini sürdürmeleri için motive eden en önemli neden olmasına rağmen tek neden o değildir. İnsanlar ve toplumun geneli de değişime karşı direnmektedir. Bir şeyi sürekli aynı şekilde yaparken, bir felaket bizi değişmeye zorlamadıkça asla değişmeyiz. Pek çok bilim adamı gelenek içinde kök salmıştır, ve gelenek onlara hayvan testlerinin araştırmalar için uygun bir metot olduğunu söylemektedir. Büyük akademik kurumlar yeniliğin, değişimin yerine geleneği ödüllendirmektedir, ve yaratıcı düşünce genellikle bilimin kutsal salonlarında hoş karşılanmaz. Hayvan deneylerinin değersizliğini savunan bilim adamları hemen susturulurlar. Bu bilim adamlarının diğerlerinin büyük kariyerlerini tehlikeye atacakları için susturulmaları gerekmektedir.

Hayvan deneylerinin devam etmesinin bir başka nedeni de insan egosudur. Hayvanlar üzerinde deneyler yapan insanlar bilimsel literatürde yüzlerce makale yayımlarlar. Bir hayvan deneycisinin bütün öz imajını bu makaleler oluşturur. Saygınlıklarının ve yayımladıkları makalelerin ellerinden alınma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında saygınlıklarını kaybedeceklerinden pek çoğu bunun olmasına asla izin vermez.

Hekimler çoğunlukla sırf alışkanlıktan dolayı hayvan deneylerini desteklerler. Onlara tıp fakültesinde eleştirel düşünmek ya da mesleklerinin tarihini araştırmak değil, ezberlemek öğretilir. Üniversite hastaneleri gibi çıkar grupları için çalışan hekimler, kurumlarının her yıl hayvan deneylerinden milyonlar kazanmasını sağlamak için ortak çıkarları korurlar. Ayrıca, hayvan deneyleri yapan insanlarla, gerçekte hastalıkları tedavi eden klinisyenler arasında önemli bir fark vardır. Bir taraf diğer tarafın gerçekten ne yaptığını bilmez. Tıp fakültesinde hayvan araştırmacıları tarafından öğretilenlerle klinisyenin uyguladıkları arasında bölünmüşlük hakimdir.

Pek çok klinisyene bütün tıbbi buluşların hayvan deneylerinden geldiği öğretilir ve onlar da bunu kariyerleri boyunca tekrarlarlar. Tipik bir klinisyenin gerçek buluşların nereden geldiğini araştırmaya zamanı yoktur ya da bunun için kendine asla zaman yaratmaz. Büyük olasılıkla uzman doktorlar da hayvan deneylerini asla sorgulamamışlardır. –Tıp fakültesinden itibaren uzun saatler çalıştıklarından otoriteyi sorgulamak için elverişli bir ortamları olmamıştır.

Tıbbi araştırmalarda epeyce manipülasyon vardır. Batı Almanya’da tıp doktoru olan Werner Hartinger 1989 yılında bunu şöyle açıklamıştır; ‘ Gerçekte, doktorlar ve bilim adamlarının sadece iki kategorisi vivisection’a karşı çıkmaz: hakkında fazla bir şey bilmeyenler ve o işten para kazananlar.’

Hayvanlar üzerinde deneyler yapanlar çoğunlukla doktoralı araştırmacılardır. Hasta bakımından çok uzak olan bu araştırmacılar hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin insan hastalıklarına çare olacağına gerçekten inanırlar ve eğer araştırmaları yeterince ilgi uyandırıyorsa uygulanabilirlik sorusunun ötesini asla düşünmezler. Yazmak zorunda oldukları bilimsel makaleler ve reklam amaçlı sonuçları hayvan deneylerini teşvik eder. Eğer çalışmalarının gerçek sonuçlarıyla yüzleşebilselerdi pahalıya patlayan savurganlıklarının hasta kurbanlar üzerindeki etkisine bakarak doktoralarından suçluluk duyarlardı.

Hayvan testleri 1960’larda yaşanan talidomid trajedisini takip eden yıllarda zorunlu oldu – ironik olarak, bu felaketi önlemede başarısız oldukları yıllar- O zamandan bu yana, hem düzenleyici kurumlar hem de ilaç firmaları hayvan testleriyle çok içli dışlı oldu ve gerekli kutuları tereddütsüz işaretlemeye başladılar. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nde (US FDA-Dünyanın en büyük ilaç düzenleyicisi) bilimsel makale hakemi olan Dr. Anita O’Connor da ‘Asla onaylanmayacak hayvan deneylerini kabul ediyoruz. Deneyler son 20 yılda çok gelişti, fakat FDA bu konuda oldukça rahat.’ diyerek bunu kabul ediyor.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, düzenleyici sistem talidomid olayından beri hiç değişmedi. Vioxx (2004) tarihteki en büyük ilaç toplatma olayıydı, ardında onbinlerce ölü bıraktı.

Paranın izini takip edin…

Şimdi yolun biraz daha aşağısına inelim ve paranın izini takip ederek hayvan deneylerinden fayda sağlayan bir başka alan olan ilaç şirketlerine bakalım. İlaç şirketleri, insanlarda potansiyel olarak tedavi edici etkileri olabilecek yeni bir bileşik geliştirdiğinde, büyük miktarda parayı (milyon dolarlar) ilaç üzerinde çalışması için bir akademik araştırma kurumuna verir. Araştırmacılar ilacı hayvanlarda test eder (klinik öncesi değerlendirme), eğer ilaç hayvan testinden geçerse klinik (insan) çalışmalarına geçilir (klinik değerlendirme) ve daha sonra ilaç, ilaç şirketlerine muazzam paralar kazandıracak olan pazara girer.

İlaç şirketleri için yasal bir güvenlik ağı sağlandığından, hayvan deneyleri klinik çalışmalar için hızlı bir basamak olarak kullanılır. Hayvan testleri, beklenmedik yan etkilerin sonucunda ortaya çıkan kişisel yaralanma iddiasıyla ilaç şirketlerine (ve hükümete) karşı açılan davalarda, bu iddiaların kanıtlanması ya da çürütülmesi için kullanılır. Böylece büyük miktarda paralara mal olacak davalardan şirketler kendilerini korumuş olurlar. Ürettikleri ürünler doğrudan insan sağlığında problemlere yol açabilecek ya da açmayacak şirketler de olası davalara karşı kendilerini güvence altına almak için hayvan testlerini kullanırlar. (Asbest, tütün firmaları vs.)

Bilim adamları ve ilaç şirketlerine ek olarak, hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, laboratuarlarda kullanılan ekipman ve materyallerin yanı sıra, hayvanların da tedarik edildiği biyolojik tedarik evlerinin cebine de para koyar. Pek çok bilimsel derginin yayımcısı hayvan testlerine yatkındır çünkü yayımlanacak materyale sağlam bir kaynak oluştururlar. Daha fazla dergi çıkararak kar elde etmenin yanı sıra, ilaç şirketlerinden ve biyolojik tedarik evlerinden alacakları reklamlardan büyük miktarlarda kazanç elde ederler.

Bu birbiriyle ilişkili kar ağından muazzam kazançlar sağlansa da, kaybedeni çoktur. Sayısız hayvan akla hayale gelmeyecek acılar çeker. Hayvan deneyleri yüzünden geciken tedavilerden faydalanabilecek hasta insanlar birçok yönden hayvanlar kadar mağdur edilirler. Pek çok faydalı program ödeneksiz kaldığı için ya da kaynak eksikliği nedeniyle kesintiye uğrarken, vergi mükelleflerinin güçlükle kazandıkları paraların büyük çoğunluğu hükümetin araştırma ödenekleri aracılığıyla hayvan deneylerine aktarılmaktadır. Hayvan deneyleri binlerce yıldır insanlara zarar veren aynı şeylerle açıklanabilir; açgözlülük, ego, umursamazlık ve korku.

3R KURALI (REDUCE, REFINE VE REPLACE) HAYVAN ARAŞTIRMALARINI SONA ERDİRMENİN EN İYİ YOLU DEĞİL Mİ?
3R kuralını (Reduce= daha az sayıda deney hayvanı kullanma, Refine= deney hayvanlarının refahını sağlama, Replace= yerine başka bir hayvan koyma) destekleyenler eğer insan hastalıklarına çözüm bulmak istiyorsak hayvan deneylerinin gerekli olduğu görüşünü savunurlar. Ayrıca hayvan deneylerinin bilimsel olarak geçerli olduğunu ve insan hastalıklarının tedavisi ve iyileştirilmesine de öncülük edeceğini varsayarlar. Bu pratikte işe yaramaz çünkü bir prosedür deney hayvanlarının refahını sağlayarak ya da sayısını azaltarak insanlara uygulanamıyorsa hala geçersizdir.

3R kuralı dikkatleri başka yöne çevirerek, konuyu hayvanlar üzerinde yapılan araştırmaların bilimsel geçerliliğini tartışmaktan uzaklaştırır. Bu kuralın laboratuar hayvanlarının refahını ilgilendirdiği izlenimini verirken, insan hastalıklarına model olarak başka türlerin kullanımının gerekçesini tartışmaktan da kaçınır.

DAHA KAPSAMLI HAYVAN TESTLERİ YAPILMASI TALIDOMID TRAJEDİSİNİ ÖNLEYEBİLİR MİYDİ?
Talidomid Almanya’da 1950’lerin başında tanıtılan, yapıları benzer iki yatıştırcıdan oluşur –valium olarak daha iyi bilinen diazepam ve barbital-. İlk üretici olan Chemie Grünenthal isimli Alman şirketi benzerlikten dolayı talidomid’i 1957 yılında yatıştırıcı olarak sattı. Chemie Grünenthal ilacı Almanya dışındaki ülkelerdeki hamile kadınlar üzerinde denedi ve hiçbir problem oluşmadığını gördü- hiçbiri hamileliklerinin ilk üç ayında değildi. Talidomid’i başka ülkelerdeki insanlar üzerinde denemek etik olmasa da Grünenthal’in medikal direktörü Heinrich Mückter ilacı ikinci dünya savaşı sırasında Naziler için Krakov’daki siviller üzerinde denediğinden şaşırtıcı değildi. (Dark Remedy: The Impact of Thalidomide and its Revival as a Vital Medicine by Trent Stephens & Rock Brynner. Perseus: 2001). Bunun ışığında, hamile hayvanların üzerinde test etmediklerini düşünmek mantıksızdı.

Talidomid’den kaynaklanan doğum defektleri ortaya çıkmaya başladığında, Grünenthal reklam kampanyalarını hızlandırdı ve talidomid’in tehlikeli olduğunu bildiren doktorları tehdit etti. Binlerce kusurlu bebek dünyaya geldikten sonra ve daha sonra araştırmacılar çok sayıda insan dışı türde benzer kusurlar üretmede başarısız oldular. Sonunda belirsiz bir tür olan beyaz Yeni Zelanda tavşanını buldular, fakat sadece, insanlara 25 ile 300 defa arasında verilen dozda kusurlu yavrular dünyaya getirdi. Neticede bazı maymunlar da kusurlu yavrular dünyaya getirdiler, fakat bunun gerçekleşmesi için normal dozun 10 katı verilmesi gerekti. (Exp Mol Path Supl, 1963;2:81-106; Federation Proceedings, 1967;26:1131-6; Teratogenesis, Carcinogenesis, and Mutagenesis 1982;2:361-74)

Araştırma Savunma Derneği gibi çıkar grupları, Amerikan hükümetinin talidomid’i, hayvan testlerinin ilaç hakkındaki şüpheleri arttırdığı gerekçesiyle onaylamadığı söylentisini sürdürdüler. Fakat gerçekler farklıdır. FDA’da sağlık memuru olan Francis Kelsey, talidomid’e izin verilmemesi kararının ilacın yetişkinlerde periferik nörit’e, parmakların uyuşmasına ve karıncalanmaya yol açtığı gerçeğine dayandığını belirtti. (The Scientist January 22, 2001 p14). Kararın hayvan testleri ile bir ilgisi yoktu.

Talidomid piyasaya çıkmadan önce hamile hayvanlar üzerinde denenmiş miydi? Büyük olasılıkla evet. (bkn. Dark Remedy: The Impact of Thalidomide and its Revival as a Vital Medicine by Trent Stephens & Rock Brynner. Perseus: 2001). Özel teratojenite testi yapılmış ya da yapılmamış olabilirdi, fakat temel hayvan testleri kesinlikle yapılmıştı. Ronald Hoffmann şöyle yazıyor;

‘Yeni ilaçların hayvanlar üzerinde teratojenite testleri büyük ilaç firmalarında rutin olarak yapılırdı. Hoffmann-LaRoche’s Roche laboratuarları 1959’da librium’da (yatıştırıcı bir ilaç) büyük bir üreme sistemi çalışmasını duyurdu. Wallace Laboratuarları da 1954’de aynısını Miltown için yapmıştı. Her ikisi de talidomid olayından önce gelir’. (Roald Hoffmann, The Same And Not The Same, Columbia University Press 1995 p136)

Bunun ışığında, bazı hayvan testlerinde teratojenite testinin olmaması olağandışı olurdu. Time dergisi bile 23 Şubat 1962 tarihli sayısında talidomid’in üç yıllık bir hayvan testinden sonra piyasaya sürüldüğünü yazdı.

Uzun lafın kısası; daha fazla hayvan testleri yapılması talidomid’in piyasaya sürülmesini önleyemezdi, çünkü bilim adamları yan etkileri bulamamışlardı. Beyaz Yeni Zelanda tavşanı üzerinde test yapmış olmalarına rağmen, türlerin büyük çoğunluğunda ilaçtan kaynaklanan bir hastalık belirtisi görülmediği sürece talidomid hala piyasada olabilirdi. Aşağıda bilim adamlarından ve bilimsel dergilerden alınan pek çok alıntı bu gerçeği doğrulayan verilerin küçük bir kısmını oluşturuyor:

‘Halihazırda daha geniş kapsamlı ve daha uzun süreli yapılan laboratuar testlerinin hastalardaki nihai riski azaltacak bir değeri olduğunu gösteren sağlam kanıtlar yoktur. Başka bir deyişle, hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen çalışmaların tahminsel değeri belirsizdir. İlaç güvenliği komitesi gibi yasal organlar bu testleri büyük oranda, sağlam bilimsel çalışmalara dayandırmaktan çok bir inanç eylemi olarak sürdürüyorlar. Örneğin talidomid ile, hayvan türlerinin sadece çok küçük bir kısmında belli deformasyonlar oluşturmak mümkündür. Bu yüzden bu özel olayda, hamile hayvanlarda yapılan belli testlerin gerekli uyarıyı verebilmeleri pek mümkün değildir: Büyük ihtimalle doğru türler asla kullanılmadı.’ ( Professor George Teeling-Smith, in A Question of Balance; the benefits and risks of pharmaceutical innovation, p 29, publ. Office of Health Economics, 1980)

‘…Sıçanlar talidomid’in sebep olduğu teratojenilere karşı dayanıklıdır’ (Neurotoxicol Teratol. 2001 May-Jun;23(3):255-64. Neurobehavioral teratogenic effects of thalidomide in rats. Vorhees CV, Weisenburger WP, Minck DR)

‘İnsan anomalisi oluşturmak için gerekli tahmini miktara yakın bir doz talidomid seçtik. Bu doz maymunlarda hiçbir toksik tespite yol açmadı’ (Science 1963;139:1294-95)

‘Grünenthal, tavşan, fare ve sıçanlarda fokomeli hastalığını türetmeye çalıştı ve başarısız oldu, Keil’da ilaçla beslenen tavuk ve civcivler normaldi.’(Helen Taussig, Journal of the American Medical Association, June 30, 1962: A Study of the German Outbreak of Phocomelia: The Thalidomide Syndrome)

‘Talidomid kullanan annelerden doğan insan bebeklerde ortaya çıkan sakatlıkları yeniden türetmek için sayısız girişimde bulunuldu fakat sadece sınırlı başarıyla karşılaşıldı. Bu amaç için pek çok deneysel kuş ve memeli türleri üzerinde araştırmalar yapılmış olmasına rağmen sonuçlarda, ilacın insan fetusundaki paralel etkisine erişilemedi.’ (Nature 1966;210:958-959)

‘Perinatal toksikolojik çalışmaların büyük çoğunluğunun, insanların tedavisinde bir değeri olabilecek bilgi üretiminden daha çok, ecza evlerine tıbbi ve yasal koruma getirmek, resmi düzenleyici kurumlara ise siyasi koruma sağlamak amacıyla tasarlandığı görülmektedir.’ (Prof D F Hawkins, Professor of Obstetric Therapeutics & Gynaecology, Hammersmith Hospital, London, in the book Drugs and Pregnancy: Human Teratogenesis and Related Problems)

‘Laboratuar hayvanlarında 800’den fazla teratojenik kimyasal belirlendi, fakat bunlardan sadece yaklaşık 20 tanesi, insanlarda teratojenik etki gösterdi. Bu tutarsızlıklar ancak metabolizma, duyarlılık ve kimyasallara maruz kalma süresine atfedilebilir.’ (Dr Beat Schmid, Trends in Pharmacological Sciences; 8:133, 1987)

‘Talidomid’in test edildiği yaklaşık 10 sıçan suşu, 15 fare suşu, 11 cins tavşan, 2 cins köpek, 3 hamster suşu, 8 tür primat ve kedi, armadillo, domuz ve dağ gelinciği gibi çeşitli hayvanlar üzerinde ilaç sadece ara sıra teratojenik etkilere sebep oldu.’ (Schardein, JL, Drugs as Teratogens, 1976 and Schardein, JL, Chemically Induced Birth Defects, Marcel Dekker 1985)

TIBBİ ARAŞTIRMALARDA PRİMATLAR

İlaç testi

Primatlar en çok ilaçların güvenlik testi deneylerinde kullanılır. Primatların ilaçların tehlikeli yan etkilerini önceden haber verme sicilleri çok kötüdür. Primatlar üzerinde güvenli sayılmış pek çok ilaç insanların ölümüne veya sakat kalmasına yol açmıştır.

2006’da Northwick Park hastanesinde 6 genç adam kendilerine verilen yeni bir ilaç yüzünden neredeyse ölüyorlardı, çünkü ilacın güvenliği yüksek dozlarda maymunlarda ‘kanıtlanmıştı’.

Artirit ilacı Vioxx 2004’de toplandı, 140.000 kişinin ölümüne yol açtı –tarihteki en büyük ilaç felaketi- maymunlarda ‘güvenliği kanıtlanmıştı’.

Maymunlar üzerinde yapılan araştırmalara dayanarak milyonlarca kadına uygulanan hormon değişim tedavisinin, meme ve yumurtalık kanserinin yanı sıra, inme ve kalp krizi riskini düşürmekten çok artırdığı saptanmıştır. Lancet’e göre HDT (Alman ilaç güvenliği komisyonu tarafından ‘yeni talidomid’ olarak etiketlendi) İngiltere’de 20.000 meme kanseri, on yılda 1300’ün üzerinde yumurtalık kanseri vakasına yol açtı.

İsoprenaline, 1960’larda İngilere’de 3.500 genç astım hastasının ölümüne yol açtı. Daha önceki denemelerde primatlarda benzer etkilere sebep oldu fakat diğer hayvanlarda başarısız oldu.

Beyin araştırması

Primatların kullanıldığı diğer geniş alan ise beyin araştırmasıdır. Hala insanlar ve diğer primatlar arasındaki en çarpıcı farklılıklar beyindedir.

Artık fevkalade ileri teknolojik tarayıcılar kullanılarak İnsan beyninde noninvaziv çalışılabilinmektedir. Bu çalışmalar, maymunların bile yapabilmeye yeteneği olmayan şuuru açık beynin çeşitli bilişsel görevler ile meşgul olurken izlenebilmesine olanak tanımaktadır.

Alzheimer ve Parkinson gibi nörolojik hastalıklar hakkında bildiğimiz her şey, hastalar, onların aileleri ve dokularında yapılan çalışmalardan öğrenildi. ‘Bu hastalıkların cevabını insan dokularında bulacağız.’ -Dr John Xuereb, Director, Cambridge Brain Bank & Wolfson Imaging Centre.

Yüzlerce inme ilacı primatlar ve diğer hayvanlar üzerinde test edilip geliştirildi, buna rağmen hepsi başarısız oldu ve hatta hastalar üzerindeki denemelerde hastalara zarar verdi. ‘Felçliler topluluğunun bu hayvan modellerin finansal ve etik olarak geçerli olup olmadıklarını ciddi olarak düşünmeye ihtiyacı var.’ – Lancet editorial 2006.

Bulaşıcı hastalık araştırması

Bize en yakın tür olan şempanzelerin, AIDS virüsüne, Hepatit B,C, sıtma ve diğer pek çok ciddi insan patojenlerine karşı bağışıklıkları vardır. Hiçbir benzer yolla hastalığa yakalanmayan hayvanlarda enfeksiyon çalışmaları yapmak beyhudedir.

Amerikan hükümeti 10 milyon dolarlık AIDS araştırma fonunu şempanzelerin ‘yetersiz bir model’ oldukları sonucuna varınca araştırmalardan geri çekti.

Primatlar üzerinde başarılı olan 80 AIDS aşısı insanlar üzerindeki denemelerde başarısız oldu.

Yine, insan kan hücreleri, in vitro araştırma ve epidemiyoloji aracılığıyla HIV ve AIDS hakkında bildiğimiz her şeyi insanlarla çalışarak öğrendik.

1980’deki Fransız kan skandalı, binlerce insanın bozulmuş kan yoluyla HIV virüsü kapmasına yol açtı- kan hastalara verilmişti çünkü şempanzelerde güvenli çıkmıştı.

Çocuk felci aşısını icat eden Dr. Albert Sabin’e göre aşı hayvan deneyleri yüzünden yıllarca gecikti; ‘insan hastalığının doğasının yanlış anlaşılması, hastalığın yanıltıcı maymun modellere dayandırılmasına, bu da hastalığı önleme çalışmalarının yıllarca gecikmesine neden olmuştur.’

Referanslar:
1.GAO/PEMD-90-15 FDA Drug Review: Postapproval Risks 1976-1985.
2.Dollery, C. in Risk-Benefit Analysis in Drug Research, ed. Cavalla, 1981, p87.
3.Handbook of Laboratory Animal Science ,Volume II: Animal ModelsSvendensen and Hau (Eds.) CRC Press 1994 p6.
4.A Clinical Guide to Reproductive and Development Toxicology. CRC Press, Ann Arbor, Michigan, 1992.
5.Schardein, p2-3.
6.as quoted in Bitter Pills by Stephen Fried, Bantam Pub., 1998, p274.
7.Schardein, J. L., Chemically Induced Birth Defects, Marcel Dekker 1985.
8.Hawkins, D. F., Drugs and Pregnancy: Human Teratogenesis and Related Problems, Churchill Livingstone, p41-49, 1983.
9.Develop Biol Standard1980:45:163-173.
10.Sabin, Albert, in JAMA1965;194(8):872-876.
11.Parish H.J., Victory with Vaccines, E.&.S Livingston, LTD, 1968.
12.Sabin, Albert, MD statement before the subcommittee on Hospitals and Health Care, Committee on Veterans Affairs, House of Representatives, April 26, 1984 serial no. 98-48.
13.Science 199, vol. 109: p85-87
14.Roberts, F., in BMJ1922, p1194.
15.Brochure passed out by ACT UP San Francisco at Emory University, April 26, 1997.
16.NEJM 1994;332:259-260.
17.Scientific American, Sep. 1997.
18.Committee on the Use of Animals in Research. Science, Medicine, and Animals. National Academy Press, Washington DC, 1991.
19.Institute of Medicine. Mobilizing Against AIDS. Washington D.C., National Academy Press, 1986.
20.AIDS Etiology, Diagnosis, Treatment, and Prevention. 3rd edition. Philadelphia, J.B Lippincott, 1992.
21.AIDS Research and Human Retroviruses1992;8:349-356.
22.Presidential Commission: Report of the Presidential Commission on the human immunodeficiency virus epidemic. Washington D.C., Government Printing Office, 1988, p39-47.
23.DiCarlo DrugMet Rev,15; p409-131984.
24.Mutagenesis1987;2:73-78.
25.Handbook of Laboratory Animal Science, Volume II Animal Models Svendensen and Hau (Eds.) CRC Press 1994 p4.
26.as quoted in L.A. Times, Wednesday, May 6, 1998.
27.Yasargil, M.G., ed. Microsurgery Applied to NeurosurgeryGeorge Thieme Verlag 1969. Donaghy, R.M.P and Yasargil, M.G. Eds. Microvascular Surgery, Mosby, 1967.
28.Lancet, 1, p13-2, 1983.
29.Lancet, 1, no. 8480, p17-9, March 8, 1996.
30.Journal of the American Medical Association, June 30th 1962. Roald Hoffman, The same And Not The Same, Columbia University Press 1995 p136; Nature2001; 410: 411-12
31.E.g. Perel, P and colleagues. British Medical Journal (2007) 27: 197–200; Hackam, DG and Redelmeier DA. Journal of the American Medical Association(2006) 296: 1731–1732; Bailey, J. Biogenic Amines, vol.19, N° 2, pp 97-146, May 2005.
32.Pirmohamed, M. British Medical Journal 2004;329:15-19.
33.Lazarou, J and colleagues. Journal of the American Medical Association (1998) 279: 1200-5.
34.Vioxx caused approximately 320,000 heart attacks and strokes worldwide, as calculated from Merck’s own estimated 20 million ‘at-risk’ patient exposures and 16 excess adverse cardiac events/1,000 exposures, calculated by Topol et al, New England Journal of Medicine 2004;351:1707-9. Approximately 120,000-140,000 of these events were fatal.
35.Coghlan, A. New Scientist, 31st August 1996.
36.US Food and Drug Administration (2004) Innovation or Stagnation, Challenge and Opportunity on the Critical Path to New Medical Products.

Çeviren: Yasemin Yıldız Avdan
Kaynaklar: Safer Medicines Campaign, Animal Liberation Front, The National Anti-Vivisection Society

2 comments

Yorum bırakın